Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul’da Arabzade adıyla meşhur bir âlim vardı. büyük camilerde verdiği vaazlara bütün İstanbul halkı büyük rağbet gösterirdi. Arabzade, devrinin bütün ilimlerine vakıf olduğu halde, tasavvufa ve keramete inanmaz dı. Kanuni’nin başveziri Rüstem Paşa, keramete inanmayan bu Arabzade’yi Mısır Başmüderris liğine tayin ettirmek istedi. Diğer taraftan İstanbul uleması Padişaha müracaat ederek, Arabzade’nin itikadının bozuk olduğunu, Akaid kitaplarında “Evliyanın kerameti haktır” dediği halde buna inanmadığını, “Ben ömrümde büyük günah işlemedim. İyilerin keramet göstermesi icabetseydi, benim keramet göstermem lazımdı.” İddiasında bulunduğunu hatırlattılar.

Padişah:

-Mısır Ulemasının ta’n-ü teşdidine kendimizi hedef kılmayalım. Fakat bu, yeni başvezirimin ilk isteğidir. Onu kırmayalım. Dilerim Allah’tan ki, Mısır’a ulaşamasın da bizi din büyüklerinin ithamından mahfuz kılsın! Diye dua etti. Arabzade, kısa bir müddet sonra, yanına aldığı muini ile bir gemiye binerek Mısır’a doğru yola çıktı. Kaptan köşkünün yanında hususi olarak hazırlanan yerde yolculara vaaz ederek yoluna devam etti. Gemi bir müddet yol aldıktan sonra Girit’e uğradı. Bu duraklamadan istifade eden yolcular, adada kerameti herkes tarafından bilinen bir veliyi ziyarete gittiler. Geminin bir köşesinde tek başına bekleyen Arazade, yardımcısına bir altın vererek:

-Git şu altını, o veli olduğu zannedilene ver de, Mısır’a sağ salim ulaşmamız için bize dua etsin...der. Ziyaretçilerin en sonuncusunu bekleyen müderris yardımcısı, elini öptüğü velinin minderinin dibine, Arabzade’nin verdiği altını bırakırken, başmüderrisin Mısır’a sağ salim  ulaşması için dua istediğini sözlerine ilave eder. Bir eli ile altını geri iten veli zat, ellerini kaldırır, fakat duası şu olur:

-Arabzade’nin ruhuna Fatiha!...Hemen gemiye dönen müderris yardımcısı, durumu anlatır. Buna kahkaha ile gülen Arabzade:

-İşte, der, veli dediğin böyle olur, gönderdiğimiz bir altını az bulduğu için ruhumuza Fatiha okuyor. Ertesi gün Mısır’a doğru yola devam eden gemide, Arabzade yine dersine başlar. Fakat ne gariptir ki, Nuh aleyhisselam tufanından bahseder:

-İşte, der, o zaman gökte mendil büyüklüğünde bir bulut meydana geldi. Ne oldu ise o buluttan oldu. Bir anda ortalık karardı. Arabzade bu tasviri yaparken, hadise aynen zuhur etti. bir anda ortalık karardı. Gemide kimse kimseyi göremez oldu. Müthiş bir fırtına ortalığı allak bullak etti. sağanak halinde yağan yağmurla birlikte dağ gibi dalgalar koparan bir rüzgar çıktı. Gemiyi bir sağa bir sola sallaya sallaya içindekileri adeta bayılttı. Neden sonra yağmur dindi, rüzgar durdu. Gökyüzü aydınlandı. Kendilerine gelen yolcular, ne var ne yok diye birbirlerini soruşturma ya başladılar. Herşeyin yerli yerinde tamam, fakat kaptan köşkünün yanındaki Arabzade’ nin hususi makamının, keramete bir türlü inanmayan Arabzade ile birlikte yerinde olmadığını müşahede ettiler.