Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müminin yemeği, ikramı, siması, kelamı şifadır. Bir gün merhum hocamız, sohbet ederken, (Efendim, buraya gelmeden önce başım çok ağrıyordu, çok rahatsızdım. Ama buraya gelince arkadaşları gördüm, maşallah hepsi nur! Arkadaşların o nazarları, o simaları kalbime ferahlık verdi, çok rahatladım, şifa buldum. Tecrübeyle de sabit oldu ki, mümin şifadır) buyurmuştu. Onun için hasta olunca, hemen bir din kardeşimizin evine gitmeliyiz. Onun ikramları bize şifa olur. Onunla biraz sohbet etmeli, kitap okumalı, böylece şifaya kavuşuruz.

Bir kimse, hastalanınca arkadaşlarını ziyarete gidermiş, hastalığı hiç uzamaz, kısa zamanda iyileşirmiş. En sonunda kendisine, (Sen hastalanınca hastaneye değil, komşunun evine gidip iyileşiyormuşsun. Bunun hikmeti nedir?) diye soranlara şöyle cevap vermiş:
(Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği derttir, hastalıktır) hadis-i şerifine uyuyorum. Cömert olan komşuma gidiyorum, biraz peynir ekmek yiyerek şifa buluyorum. Ben bunu, hadis-i şerife inanarak yapıyor ve faydasını görüyorum.

Müminin artığı hem bedene hem de kalbe şifadır. Bir gün bir dergâha hediye olarak çok miktarda yiyecek içecek gelir. Dergâhta bu işlerle görevli talebe, (Efendim, bunları ne yapalım?) diye hocasına sorar. O da talebelere dağıtılmasını söyler. Herkese dağıtır, ama bitmez, yine artar. Hocası, (Artanları götür başka fakirlere dağıt!) der. O da arar, ama fakir bulamaz. Nihayet bir kilisede fakir kimseler görür, onlara dağıtıp geri döner. Hocasına durumu arz eder. Hocası da, (İyi etmişsin) der. Bir saat sonra kilisedeki fakirlerin hepsi dergâha gelip, (Şeyh efendiyi görmek istiyoruz) derler. Mübarek zatı görünce de, (Efendim, bize İslamiyet’i telkin edin, hepimiz Müslüman olacağız) derler. Kelime-i şehadet getirip Müslüman olurlar. Talebe bunun hikmetini sorunca, hocası, (Müminlerin artığında kalbe şifa vardır. Sen bu yemeği onlara verdin. Allahü teâlâ onların kalblerine bir nur verip, o nur vesilesiyle onlara İslam’ı nasip etti) buyurur.