Kınalızâde Ali Çelebi ilk tahsilini doğduğu yer olan Isparta’da yaptıktan sonra İstanbul’a gelir. Burada akrabalarından Kadir Efendi’nin nezaretinde tahsilini ikmale çalışır. Mahmud Paşa, Davud Paşa ve eski Ali Paşa Medreselerini bitirdikten sonra Fatih’teki üniversiteye girer. Burada dönemin tanınmış müderrislerinden Kara Salih Efendi, daha sonra da Kamil Çivizâde’nin derslerine devam eder ve onun yardımcılığını üstlenir...

Ebussuud Efendi’ye gider...
Sıra Ali Çelebi’nin müderris olmasına gelince, Ebussuud Efendi’den ses soluk çıkmaz. Çünkü tayin etme ve görevlendirme onun uhdesindedir. Ne ki, Ebussuud Efendi, bütün kemalet ve faziletine rağmen kendisine rakip saydığı Çivizâde’nin yardımcısına müderrislik görevi vermek istemez. Bu durum Ali Çelebi’yi fazlasıyla üzer.
Görev beklemekten bıkan ve sabrı tükenen Ali Çelebi, sonunda teklif etmiş olduğu bazı eserleri alıp doğruca Ebussuud Efendi’ye gider. O da niçin geldiğini sorar. Kınalızâde biraz kırgın ve kızgınlıkla şöyle karşılık verir:
-Bazıları, memuriyet ve müderrislik için devlet ricalinin kapılarını dolaşarak maksadlarına nail oluyor. Biz ise istediğimiz müderrisliği bu eserlerle almak istiyorduk. Şayet başka kapıları müracaat lazımsa bilelim ve ona göre hareket edelim?
Ebussuud Efendi, genç müderris adayının kendisine takdim ettiği eserleri okur, inceler, daha sonra da onu derhal Edirne’deki Hüsameddin Medresesine tayin eder.

“Mürüvvete sığmaz!..”
Kınalızâde Ali Çelebi’nin verdiği sert karşılığa, alicenap ve kadirşinas Ebussuud Efendi kızmamış ve darılmamış, hatta onun cevabını yanındakilere şöyle örnek göstermiştir:
-İşte insan olan böyle fiilen ehliyet ve liyakatini ispat etmek suretiyle hakkını ister. Emeline nail olabilmek için şunun bunun şefaat ve delaletine müracaat etmek mürüvvetten değildir.