Güneş artık doğmak üzere!
Artık, sevgili Peygamberimizin yaşları kırka doğru ilerlemekte...Nübüvvetin tebliği yaklaşmakta... Alametler de tek tek ortaya çıkmakta...
Gerçekten, alametler o kadar keskinleşmiştir ki, güneşin, doğmadan önce pembe aydınlığı ufuklara binmişti...
Kâinatın efendisi, otuz yedi yaşında iken, gaibden; ”Ya Muhammed!” diye kendisini çağıran seslerduyar oldu. Otuz sekiz yaşına girince, bir takım nurlar görmeye başladı. Bu hallerini, sadece hazret-i Hadice validemize anlatırlardı.
Muhammed aleyhisselama peygamberliğinin bildirilmesi yaklaştığı sırada, zamanın meşhur ediblerinden Kus bin Saide, Ukaz panayırında, deve üzerinde büyük bir kalabalığa karşı okuduğu hutbede, O’nun geleceğini müjdelemişti.
Sevgili Peygamberimiz de bu hutbeyi dinleyenler arasında idi. Kus bin Saide, bu meşhur hutbesinde şöyle diyordu:
“Ey insanlar! Geliniz! Dinlemeye, bellemeye ve ibret almaya ihtiyacınız var!
Yaşayan ölür, ölen fena bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar; ana ve babalarının yerini alır. Sonra onlar da gider, Vukuatın duru durağı yoktur. Birbirini takip eder. Kulak tutunuz; dikkat ediniz. Haber var gökyüzünde, işaret var yeryüzünde. Yıldızlar yürür, denizler durur.
Gelen durmaz, giden gelmez. Acaba gittikleri yerden hoşnud kaldıkları için mi dönmüyorlar yoksa orada tutulup uykuya mı dalıyorlar.
Yemin ediyorum!.. Allah indinde öyle bir din var ki, şimdiki dininizden daha aziz daha sevgili.... Yemin ediyorum! Allah, bir Peygamber daha gönderecektir. Yakında zuhur edecek... gölgesi üstümüze düşmeye başladı. O Peygambere iman eden bahtlılara ne saadet. O’nu inkar edecek bahtsızlara yazıklar olsun.
Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere. Ey insanlar!
Hani aba ve ecdat? Hani süslü kaşhaneler? Hani taş saraylar sahibi Ad ve Semud? Hani tanrılık iddia eden Firavun; ya Nemrud nerede? Onlar sizden zengin ve kalabalıktı.
Toprak onları değirmeninde öğüterek toz etti. Kemikleri bile kalmadı. Evleri ıssız ve kimsesiz.Yerlerini ve yurdlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Aman, aman! Onlar gibi gafil olmayın ve onların izinde gitmeyin.
Her şey ölümlüdür. Baki olan yalnız ve yalnız Cenab-ı Hak’dır. O, doğmamış ve doğurmamıştır. Evvelkilerden nice nice hikmetler geriye kaldı.
Unutmayın ki ölüm ırmağına girecek kıyı çok; fakat kurtulacak yeri yoktur... ister yaşlı, ister küçük, vadesi dolan bir saniye bekleyemeden göçüp gidiyor; bir daha geri gelmemek üzere gidiyor. Bunlar şüphesiz benim de sizin de akıbetiniz.. İyi düşünün, nereden gelip nereye gidiyoruz; niçin varız ve ne olacağız?..”
Bu sözlerden iki üç yıl gibi az bir zaman sonra İslâmiyet bütün insanlığa tebliğ edilmeye başlandı. Yazık ki efendimiz insanlığı hakikate davet ederken Kus’un ömrü bu daveti almaya yetmedi. Ölmüştü... Yıllar sonra, Allahın Resulü sorar Eshabına:
- Aranızda, Kus bin Saide’i tanıyanınız var mı? O’nun bir zamanlar, Ukaz panayırında deve üzerinde yaptığı, hutbe hiç hatırımdan çıkmaz!
Daha sonra, Peygamberimiz, kendilerini büyük bir aşkla insanlığa duyurmaya çalışan Kus için şu müjdeyi verdi:
- Ümit ederim ki, Cenab-ı Hak, O’nu kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak diriltecek ve bana yollayacaktır.