O; doğru, doğruların doğrusu... Hiçbir ilahi emre mazhar bulunmadığı gençlik çağında da, insanoğlunun, ruh, selim akıl ve ahlak bakımından en üstünü...

Her bakımdan insanların en üstünü olan Efendimiz, Mekke halkı arasında akranlarına göre çok beğenilmiş; güzel ahlakı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sakinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleriyle sevilmiştir.

İnsanlar bu hasletlerinden dolayı O’na hayran olmuştur. Mekke halkı, gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı, O’na “El-Emin” yani kendisine her zaman güvenilir lakabını verdiler. Böylece gençliğinde bu isimle meşhur oldu.

Peygamberimizin gençlik yıllarında, Araplar koyu bir cahiliyyet devri yaşıyorlardı. Puta tapmak, içki, kumar, zina, faiz ve daha birçok çirkin işler aralarında yaygınlaşmıştı. Sevgili Peygamberimiz onların bu bozuk hallerinden son derece nefret eder, her kötülüklerinden daima uzak dururdu.

Bütün Mekke halkı, O’nun bu halini bilirler ve hayret ederlerdi. Putlardan şiddetle nefret ettiği için asla yanlarına yaklaşmazdı. Putlar için kesilen kurbanların etlerinden hiç yemedi. Çocukluğunda ve gençliğinde kendine ait koyunları, Ciyad dağı ve civarında güder, geçimini böyle sağlardı.

Bu şekilde pek çok bozulmuş olan cemiyetten, uzak dururdu. Bir defasında Eshab-ı kirama; - Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur, buyurmuştu.
- Ya Resulallah! Siz de mi? dediklerinde:
- Evet ben de güttüm, buyurdu.

Sevgili Peygamberimiz yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda, Mekke’de asayiş tamamen bozulmuştu. Zulüm son derece yaygınlaşıp; mal, can ve namus emniyeti kalmamıştı.

Mekke’nin yerli halkı, ticaret ve Kabe’yi ziyaret için gelen yabancılara haksızlık ve zulmediyorlardı. Zulme uğrayan kimseler, haklarını almak için müracaat edecek bir yer bulamıyorlardı.

Bu sırada ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen Yemenli bir tüccarın malları, As bin Vail adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasb edilmişti. Bu hadise üzerine Yemenli, Ebu Kubeys dağına çıkıp feryad ederek, hakkının alınması için kabilelerden yardım istedi.

Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren böyle hadiseler üzerine, Haşim ve Zühre oğulları ile diğer kabilelerin ileri gelenleri Abdullah bin Cüdan’ın evinde toplandılar.

Yerli, yabancı hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mani olmaya ve haksızlığa uğrayanların haklarını almaya karar verdiler. Bu maksadla bir “adalet cemiyeti” kurdular.

Sevgili Peygamberimizin genç yaşta katıldığı bu cemiyete “Hılf-ül-Füdul” denildi. Daha önce Fadl adında iki kişi ve Fudayl adında biri tarafından da böyle bir cemiyet kurulmuştu. Onların önceden kurdukları cemiyete izafeten bu isim verilmişti.

Bu cemiyet, zulmü önleyip, Mekke’de bozulmuş olan asayişi yeniden kurdu. Tesiri uzun müddet devam etti. Resulullah efendimize, peygamberliği bildirildikten sonra Eshab-ı kirama anlatıp;

“Abdullah bin Cüdan’ın evinde yapılan muahedede bulundum. Bana o sözleşme, kırmızı tüylü develere (servete) sahip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icabet ederim. Zira, İslâmiyet hakkın yerine gelmesi ve mazlumun kurtulması için nazil oldu.”buyurdu.