Ramazan başında Darulhilâfe, Derseadet (hilâfet merkezi İstanbul) gibi İslâm toprakları yer yer süslenmiş, ramazan öncesinde karanlık olan sokaklar, yine ramazan hürmetine, son derece itibarlı bir misafir karşılanacakmış gibi, ışıklandırılmış olurdu. Ramazan öncesinde, yalnızca padişahlar değil, Osmanlı hükümetleri de “tembihnâme”ler yayınlarlardı: Evlerin, camilerin, dükkânların ve sokakların, ramazan hürmetine temizlenmesi istenir, uyulması gereken kurallar hatırlatılır, ramazanın huzurunu bozacak davranışlardan kaçınılması ilân edilirdi.

Bu arada insanlarda da büyük tebeddülât (değişiklik) olurdu. İnsanlar en iyi elbiselerini giyer, özene-bezene sakladıkları kokuları sandıklardan çıkarıp sürünür, sokaklar buram buram misk kokardı. Yanlarında saf tutacak mü’min kardeşlerinin huşu ve hudûunu bozmamak için, soğan, sarmısak gibi şeylere itibar edilmez, sahurda maydanoz ve karanfil gibi, hoş kokular saçan bitkiler çiğnenirdi.

İftar heyecanı yatışınca, sofradan kalkmadan herkesin aklı mescide düşerdi. Teravihlerde, camiler teravih öncesi ve sonrası bayram yerine dönüşürdü... Selâtin camilerinde toplanan cemaatler, imamına tabi olup, namaz sonunda hep birlikte Allahü teala’ya niyâzla “Tövbe-i Nasuh” eder, “Nadim olduk, pişman olduk, bir daha günah işlememeye azm-ü, cezm-ü kast eyledük” nidâları kubbelerde çınlardı.

Hemen hemen umûmda teravih namazı sonu Kur’an-ı Kerim kıraati, dualar ve ilâhilerle edâ olunur. Bu sebeplerle tecrübeli imam ve hafızlar bilhassa davet olunurdu.