Sultan İkinci Mahmud Han, çok sevdiği musahibi (sohbet arkadaşı) Said Efendi’yi de yanından eksik etmezdi. Yine bir ramazan günü Said Efendi ile sohbet ederken, konu tiryakilerin ramazanda yaşadığı sıkıntılara gelir. Anlatılanları abartılı bulan

Padişah: Lala, tiryakilik de ne ola? İnsan iradesine, arzu, heves ve itiyatlarına hakim olabilir!

Said Efendi: Şevketlü efendim. Sizi İstanbul’un en titiz tiryakilerinden birine götüreyim. Siz görün!..
Hamidiye Türbesi türbedârını ziyarete giderler. Türbede Sultanın babası 1. Abdülhamid Han’ın kabri de vardır. Türbedar cezveyi mangala sürüp, tütün çubuklarını doldurmuştur...

Said Efendi: Efendimiz, cennetmekânın türbesine bakınız, dumanla dolu.
Said Efendi mangal ve tütün çubuklarını dışarı çıkarır. Bir bez alıp sandukanın tozunu almaya başlar. Sandukanın sarığını kasten bozar. Padişah, maksadı anlamıştır.

Padişah: Hakkın var Said. Babamın sarığı ne zamandan beri düzeltilmemiş. Türbedar efendi şimdi onu çözer, yeniden sarar.
Bir padişah sarığının merkad üzerinde sarılması en az bir saat sürerdi. Bu sebeple türbedarın dizleri titrer. Oruç başına vurur.

Tiryaki: Efendimiz, iftara pek az kaldı. Orucumu açayım yaparım!

Padişah: Olmaz! Babama hürmetsizliktir.

Türbedar: Padişahım merhamet!

Padişah: Sarığı hemen şimdi çözüp sar!.
İftar topu patlar, tiryakinin alın damarları kabarır, gözleri dolar, kelle koltukta:

Tiryaki: Şevketlüm sizi gören de, babanız Cuma selamlığına çıkacak sanır?”
Padişah, tiryakiliğin ne olduğunu anlamıştır. Türbedarla iftar yapar onun gönlünü alıp ayrılır.