Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünyanın en bahtiyar insanı, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bir din büyüğünü tanıyıp ona tâbi olan Ehl-i sünnet itikadındaki kimsedir. Cenab-ı Hakk’a ne kadar hamd etsek ve bize bu yolu tanıtan büyüklerimize ne kadar dua etsek azdır. Eğer onlar bizim elimizden tutup çekmeselerdi, bizim bu nimetleri kendiliğimizden bulmamız mümkün değildi. Hangi ilimle, hangi takvayla bulacaktık? İşte bunun için her şeyin hakkı ödenebilir, ama böyle hocanın hakkı ödenemez.

(Men lem yeşkürünnâse lem yeşkürullah=İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmiş olmaz) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, başta bize dinimizi doğru öğreten hocamız olmak üzere, bize iyilik edenlere, mesela ana, baba, arkadaş gibi, nimetin gelmesine sebep olanlara teşekkür etmezsek, istediğimiz kadar Cenab-ı Hakk’a yalvaralım, Ona şükretmiş olmayız. Allahü teâlâya şükretmek için, önce iyilik yapana teşekkür etmek gerekir.

Ana babamıza şükran borçluyuz. Neden? İlk mürşidimiz onlar, bizi kiliseye götürüp vaftiz yaptırmadılar, kulağımıza ezan okudular, (Allah bir) dediler. Bize dinimizi doğru olarak öğreten Ehl-i sünnet âlimlerinin hakkı ise bundan daha büyüktür.

Mürşid-i kâmiller, kalb casuslarıdır. Kimin kalbinde bir cevher görürlerse üç şekilde onu kendine çekerler:
1- Bizzat evlerine davet ederler. Mesela, ilk görüşlerinde, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin (Küçük efendi, seni sevdim, bizim ev yukarıda, gel de arada bir görüşelim) buyurduğu gibi söylerler.

2- Bir talebesini gönderir, (Şunu şunu ben sevdim, onları eve getir!) derler.

3- Bu da mümkün olmazsa, kitap verirler veya verdirirler.

Eğer bir kimse nasipli ise, böyle büyük zatın elinden kurtulamaz. Herhangi bir yolla onu saadet tuzağına çeker. Nitekim bu hususu, bir talebesi hocasına sorar:
- Efendim mektepte beş yüz talebe arasından, sadece ikisini seçip, ismen eve davet ettiniz. Bu iki talebedeki cevheri nasıl keşfettiniz?

O zat, (Bu basiret işidir) buyurup, şu hadis-i şerifi söyler:
(Müminin firasetinden sakının! O, Allah’ın nuruyla bakar.)

Büyüklerin seçmesi, sevmesi, büyük nimettir! Çünkü onlar sevince, onun hocası da sever, hocası sevdi mi, onun hocası da sever; bu böyle silsile yoluyla Peygamber efendimize kadar ulaşır. İkinci bir husus da, onlar sevdiler mi artık bırakmazlar. Demek ki bütün iş, sevilip sevmektir.