Merhamet deryası Abdülmuttalib vefat edeceğine yakın, oğullarının hepsini toplayıp sordu:

- Artık dünyadan ahirete göç etme vaktim geldi. Tek düşüncem bu yetim... Keşke ömrüm uzun olaydı da bu hizmeti severek devam ettirseydim. Fakat elden ne gelir? Ömür vefa etmeyecek. Şimdi gönlüm ve dilim bu hasret ateşiyle yanıyor. Bu inci tanesini içinizden birine emanet etmeyi isterim. Acaba hanginiz layıkı ile O’nun haklarını gözetir ve hizmetinde kusur etmez?!

Önce Ebu Leheb cevap verdi:
- Ey Arabın efendisi! Eğer bu emaneti teslim etmek için aklınızdan geçirdiğiniz biri varsa ne ala, yoksa bu hizmeti ben görürüm. Abdülmuttalib buna;

- Malın çoktur. Fakat sen katı kalblisin ve merhametin azdır. Yetim kalbi ise yaralı ve incedir. Hemen kırılır, dedi.

Diğer çocuklardan bazıları da aynı isteği tekrarladılar. Abdülmuttalib her birinin özelliklerini söyleyerek kabul etmedi. Sıra Ebu Talib’e geldi:

Ben, hepsinden çok bunu istiyorum. Fakat, büyüklerim dururken, öne geçmek uygun olmazdı. Malım azdır, ama, benim sadakatim kardeşlerimden ziyadedir, dedi. Abdülmuttalib de;

- Doğru söylersin. Bu hizmete layık olan sensin. Lakin, ben her işte O’na danışır ve isteği üzere hareket ederim. Her seferinde de doğru neticeye varırım. Bu hususta kendisiyle meşveret edeyim. Hanginizi tercih ederse o, benim de kabulümdür, dedi.

Sonra sevgili Peygamberimize dönerek;

- Ey gözlerimin nuru! Senin hasretinle ahirete yöneldim. Bu amcalarından hangisini tercih ediyorsun? diye sordu.

Peygamber efendimiz o an kalkıp, Ebu Talib’in boynuna sarıldı ve dizine oturdu. Abdülmuttalib, o zaman çok ferahladı ve; “Allahü teâlâya hamdolsun. Benim istediğim de bu idi” dedi ve Ebu Talib’e dönerek;

- Ey Ebu Talib! Bu inci danesi, ana-baba şefkati görmemiştir. Ona göre bakıp üzerine titreyesin. Seni diğer çocuklarımdan daha üstün görürüm. Büyük ve pek kıymetli emaneti sana havale ettim. Çünkü sen, O’nun babasıyla aynı anadansınız. O’nu kendi nefsin gibi koruyasın. Bu vasiyetimi kabul ettin mi? diye sordu. O da;

- Kabul ettim, dedi.
Abdülmuttalib sevgili Peygamberimizi kucakladı, mübarek başını, yüzünü öptü ve kokladı. Sonra; - Hepiniz şahid olun ki, ben bundan daha güzel bir koku koklamadım ve bundan daha güzelbir yüz görmedim, dedi.
O zaman Ebu Talib de, babası Abdülmuttalib gibi, Mekke’de Kureyş’in ileri gelenlerinden, sevilen,

saygı gösterilen ve sözü dinlenilen bir zat idi. O da, Peygamber efendimize büyük bir sevgi ve şefkat gösterdi.

O’nu kendi çocuklarından çok sever, yanına almadan uyumaz, bir yere gitmez ve; “Sen çok hayırlısın, çok mübareksin!” derdi.

O, elini uzatmadan yemeğe başlamaz, önce O’nun başlamasını isterdi. Sabahları uyandığında yüzünün ay gibi parladığını, saçlarının tarandığını görürlerdi.

Ebu Talib’in fazla malı yoktu. Ailesi de kalabalıktı. Resul-i ekrem efendimizi himayesine aldıktan sonra, bolluğa ve berekete kavuştu.