Talebe çok edepli olmalıdır. Nitekim "hiçbir bîedeb, vâsılı ilallah olamaz", (yani hiçbir edepsiz, Allahü teâlâya kavuşamaz) buyuruldu...

Yusufzade Hasan Hocaefendi Osmanlı evliyasındandır. Rumeli Yenişehrine bağlı Hasanlar köyündendir. Memleketinde tahsilini bitirdikten sonra Bursa'da Emir Sultan Hazretlerine intisab ederek onun vefatında, vasiyetleri gereğince makamına geçti. 845 (m. 1441)’de Hac dönüşünde Kudüs'te vefat etti. "Mûzilüş-Şükûk" isminde bir eseri vardır. Bu kitabında buyuruyor ki:
Rehber, kendine gelen talebeye önce taharet, namaz, oruç, zekât ve hac gibi üzerine farz olan ibâdet bilgilerini öğretir. Kur’ân-ı kerîmi okuyup öğrenmesini, helâl rızık kazanmasını dünyaya meyletmeyip, âhirete yönelmesini bildirir. Daha önce yapamadığı ibâdetleri varsa bunları kaza etmesini, saadete kavuşması için; az yemek, az uyumak, az konuşmak lâzım olduğunu tenbîh eder. Geçmişteki zayi ettiği vakitlerine ve kıymetli ömrünü boşa geçirdiğine üzülüp, ağlamasını emreder. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Kıyâmet günü dört şeyden hesap sorulmadıkça kul serbest bırakılmaz: Ömrünü nerelerde geçirdiğinden, gençliğini nerelerde çürüttüğünden, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden ve bilgisiyle ne gibi ameller yaptığından.”
Bazı talebeler ise; zühd, vera ve takvâ sahibi olmak için gelirlerdi. Rehberi olan âlim de ona, dünyayı terk edip, ona meyletmenin, nefsin arzularını yapmayıp zahmetlere katlanmanın, haramlardan ve şüphelilerden kaçınmanın yollarını gösterirdi. Bazı talebeler de sâdece, her işinde ve her hareketinde hocasının emrine uymak ve onun hükmünü gözetmek için gelirlerdi. Bu talebeler kendisini hiç düşünmez, hep mübârek hocasının emirlerine ve arzularına göre hareket ederdi. İşte, arayanların içinde en üstünü bunlardı. Hoca, bu talebesine şefkat ve merhametle muâmele eder, talebe de hocasına karşı edepli olur. Onun her emrine harfiyyen uyar ve onun ahlâkı ile ahlâklanırdı. Hoca, bu talebesinin kalbine, kendisine hocalarından gelen feyiz ve bereketlerini akıtır, onun kemâle gelmesi ne çalışırdı. Bu feyiz ve bereketlere kavuşan talebe, farkında olmadan, güneşin karşısında duran meyvenin olgunlaştığı gibi olgunlaşıverirdi...
Talebe çok edepli olmalıdır. Nitekim hiçbir bîedeb, vâsılı ilallah olamaz, (yani hiçbir edepsiz, Allahü teâlâya kavuşamaz) buyuruldu.