Halime Hatun
Peygamberimizin sütannesi.
Mekke'nin havası, yeni doğan çocuklara yaramıyordu. Sıhhatli ve gürbüz büyümelerine maniydi. Bu sebeple çocuklarının sıhhatli yetişmesini isteyen bazı aileler, çocuklarını, Mekke dışında bâdiyelerde yaşayan sütanneye veriyorlardı. Çünkü, oraların hem havası güzel, suyu temiz ve tatlıydı, hem de orada yetişen çocuklar Arapçayı daha düzgün bir şekilde konuşuyordu.
Geç kalmışlardı
Sütanne olacak kadınlar, yılda iki defa Mekke'ye gelirler, küçük çocukları alarak yurtlarına götürürlerdi. Peygamberimizin dünyaya teşrif etmesinden hemen sonra, Benî Sâd kabilesine mensup kadınlar, beyleri ile birlikte Mekke'ye geldiler. Bunlardan biri de Hazret-i Halime'ydi.
Halime hatun şöyle anlatır:
“İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık senesinde, hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Ben kır bir merkebe binmiştim. Yanımızda da yaşlı bir devemiz bulunuyordu. Bu devemiz, bize bir damla bile süt vermiyordu. Biz Mekke'ye bir rahmet yağmuruna kavuşmayı, darlıktan kurtulmayı umarak gelmiştik. Bindiğim zayıf merkebin yürüyüşünün ağırlığı, arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı. Bunun için beni beklemeyip Mekke'ye benden önce vardılar.”
Hazret-i Halime Mekke'ye girdiğinde, kadınların hemen hepsi, emzirecek bir çocuk bulmuş, sevinç içerisinde yurtlarının yolunu tutmuşlardı bile.
Abdülmuttalib de, sevgili torunu Peygamberimizi bir sütanneye vermeyi çok istiyordu. Fakat kadınlardan kime teklif ettiyse, “Yetimdir” diyerek almaya yanaşmadılar. Hiç kimse bu çocuk hürmetine, berekete kavuşacaklarını hayal bile edemiyorlardı. Resulullahın dedesi, çaresizlik içerisinde dolaşırken, emzirecek bir çocuk bulamamanın üzüntüsünü kalbinde hisseden Halime ile karşılaştı. Ona sordu:
- Sen hangi kabiledensin?
Hazret-i Halime cevap verdi:
- Benî Sâd kabilesinden.
Abdülmuttalib, ona ismini sordu. “Halime” olduğunu öğrenince, gülümsedi ve dedi ki:
- Çok güzel! Sâd ve hilm iki haslettir ki, dünyanın hayrı da, ahiretin izzet ve şerefi de bunlara bağlıdır. Ey Halime, benim yanımda yetim bir çocuk var. Diğer kadınlar, “Biz götüreceğimiz çocukların babalarından faydalanmayı umuyoruz. Yetimi alıp da ne yapacağız” diyerek onu almak istemediler. Bari sen bunu al. Belki onun yüzünden mutluluğa erersin.
Başka çocuk yoktur
Halime, biraz ileride bulunan kocasına danışmak için müsaade isteyip, kocasının yanına gitti. Kocasına haber vererek dedi ki:
- Mekke'de bu yetim çocuktan başka emzirilecek çocuk yoktur. O çocuğu almamızı uygun görür müsün? Çünkü ben yurdumuza emzirilecek çocuk almadan, eli boş dönmeyi hoş bulmuyorum. Uygun görürsen, O yetimi alacağım.
Kocası Hâris, onun teklifini kabul ederek dedi ki:
- Almanda bir mahzur yok. Belki Allahü teâlâ bize onun yüzünden bereket ve bolluk ihsan eder.
Halime hatun, hiç olmazsa bir çocuk bulabilmiş olmanın sevinciyle Peygamberimizin dedesinin yanına geldi. Çocuğu almak istediğini söyledi. Abdülmuttalib buna çok sevindi. Onu Hazret-i Amine'nin yanına götürdü. Hazret-i Amine, Halime'yi, “Hoş geldin, safa geldin” diyerek karşıladı. Birlikte Resulullahın uyuduğu odaya gittiler.
Misk kokuları yayıyordu
Peygamberimiz sütten daha ak bir yün kundağa sarılmıştı. Altına da yeşil bir kumaş serilmişti. Sırtüstü yatmış, mışıl mışıl uyuyor, etrafa misk gibi kokular yayıyordu.
Hazret-i Halime, Peygamberimizi görünce, güzelliğine ve sevimliliğine hayran kaldı. Böyle bir çocuğu yanına aldığı için çok sevinçliydi. Peygamberimizi kucağına aldı. Mübarek yavru, sütannesine gülümsedi. Halime de onu öptü. Sevinçliydi. Hazret-i Amine ise, üzgündü. Yavrusu ancak birkaç gün yanında kalabilmişti. Hasretine nasıl dayanacaktı? Fakat, sevgili oğlunun sıhhatli büyümesi için, buna mecbur olduğunu düşünerek teselli buldu.
Hazret-i Amine, Halime hatuna dedi ki:
- Bana üç gece; “Oğlun Benî Sâd kabilesinden, Ebu Züeyb ailesi içinde emzirilecektir" denildi.
Bunun üzerine Hazret-i Halime dedi ki:
- İşte, bu kucağımdaki çocuğun sütbabası Ebu Züeyb'dir. O benim kocam olur.
Bunun üzerine Amine hatunun içi ferahladı. İşittiği şeyler kendisini sevindirdi.
Hazret-i Halime, Peygamberimiz kucağında olduğu hâlde, kocasının yanına geldi. Sonra sağ memesini Peygamberimize, sol memesini de oğluna verdi. Emdiler ve uyudular. Bundan böyle Resulullah, hep sağ memeden emecek, sol memeyi hiç almayacaktı.
Hazret-i Halime'nin önceleri sütü çok azdı. Daha önce kendi oğluna bile yetmiyor, çocuk açlıktan ağlayıp duruyordu. Şimdi her ikisinin de doyduğunu görünce sevindiler. Hemen sonra, daha önce çok az sütü olan devenin memelerinin de sütle dolduğunu görünce, sevinçleri bir kat daha arttı. Halime'nin kocası dedi ki:
- Ey Halime, bilmiş ol ki, sen mübarek ve uğurlu bir çocuk almışsın.
Dur, bizi de bekle!
Gerçekten de bundan böyle, bu aile ile birlikte Sâdoğulları kabilesi, kuraklıktan, kıtlıktan kurtulup, bolluk ve berekete kavuşacaktı.
Bütün hazırlıklarını tamamlayan Hazret-i Halime ve kocası, biraz sonra yola çıktılar. Bu arada binek hayvanlarında büyük bir değişikliğin olduğunu gördüler. Gelirken çok gerilerde kalan merkep, sonradan çıktığı hâlde, kafilenin bütün hayvanlarını geride bırakıyordu. Diğer kadınlar bunu görünce, şaşırıp kaldılar ve dediler ki:
- Ey Halime, başına rahmet yağsın! Yoksa bu merkep, gelirken bindiğin hayvan değil mi? Dur da bizi bekle!
Yorucu bir yolculuktan sonra, kafile yurtlarına vardı.
O yıl Sâdoğulları yurdunda büyük bir kuraklık hâkimdi. Hayvanların yayılıp karınlarını doyurabilecekleri hiçbir otlak yoktu. Bu yüzden, koyunlar sabahleyin ayrıldıkları gibi, akşamleyin aç olarak eve dönüyorlardı. Hayvanlar iyice cılızlaşmışlardı. Fakat Hazret-i Halime bolluk ve berekete mazhar olmuştu. Diğerlerinden farklı olarak koyunları da akşamleyin eve karınları doymuş; memeleri sütle dolmuş bir şekilde dönüyordu.
Yazıklar olsun size!
Bu durum kabile halkının da dikkatini çekmişti. Çobanlarına çıkışıyorlardı:
- Yazıklar olsun size! Siz de bizim koyunlarımızı Halime'nin çobanının koyunlarını otlattığı yerde otlatsanıza!
Halime ve kocası, bu bolluk ve iyiliğe, yetim diye kimsenin almaya yanaşmadığı çocuk yüzünden kavuştuklarını biliyor, şükrediyorlardı. Günler böylece geçti.
Peygamberimiz gün geçtikce gelişiyor, gürbüzleşiyordu. Onun çocukluğu da diğer çocuklara benzemiyordu. Daha sekiz aylıkken konuşuyor, konuşulanı da dinliyordu. Dokuz aylıkken çok düzgün bir şekilde konuşmaya başlamıştı. On aylık olunca ok atmaya başlamış, iki yaşına geldiğinde ise, gösterişli bir çocuk olmuştu.
Peygamberimiz iki yaşında sütten de kesilmişti. Onun sütten kesilmesi, Hazret-i Halime'yi de, kocasını da derinden üzdü. Onun sebebiyle hayır ve berekete nail oldukları için, bir müddet daha yanlarında kalmasını çok istiyorlardı. Fakat artık, onu yanlarında tutamazlardı. Annesine teslim etmeleri gerekiyordu.
Birgün yanlarına aldılar ve Mekke'ye gittiler. Hazret-i Amine birden ciğerparesini karşısında görünce, çok heyecanlandı. Ne kadar da büyümüş, gürbüzleşmişti. Artık bundan sonra, hep beraber olacaklarını düşünerek, seviniyordu. Fakat bu mübarek çocuktan ayrılmak istemeyen Hazret-i Halime, Peygamberimizin annesine dedi ki:
- Oğulcuğumu büyüyünceye kadar yanımda bıraksan iyi olur. Onun Mekke vebasına tutulmasından korkarım.
Hazret-i Amine oğlunun hasta olmasını düşünmek bile istemiyordu. Artık hasretine razıydı. Yeter ki, biricik oğlu hastalanmasındı. Bu düşünce ile Hazret-i Halime'nin teklifini kabul etti. Böylece Peygamberimiz bir müddet daha Benî Sâd yurdunda kalmak üzere Mekke'den ayrıldı.
Kralımıza götüreceğiz
Bu arada Halime hatun, Mekke'ye giderken, Sirer Vadisi'nde bazı Habeş hıristiyanlarına rastlamıştı. Hıristiyanlar Halime hatuna, nereye gittiğini sordular. Sonra da Peygamber efendimize dikkatli dikkatli baktılar.
Peygamber efendimizin iki küreği arasındaki peygamberlik mührüne ve gözlerindeki kırmızılığa baktılar. Sonra da bu kırmızılığın devamlı olup olmadığını sordular. Halime hatun, bu kırmızılığın devamlı olduğunu söyleyince, hıristiyanlar dediler ki:
- Biz bunu kralımıza götüreceğiz. Zira bunun bizimle ilgisi vardır. Biz onun hâlini biliyoruz.
Hazret-i Halime çok korktu ve hemen Peygamberimizi alarak onlardan uzaklaştı.
Peygamberimiz sütannesinin yanında, sütkardeşi Abdullah ile birlikte koyun otlatacak kadar büyümüştü. Birgün yine evin arkasında, yeni doğan kuzuların yanında bulundukları bir sırada, iki kişi geldi. Peygamberimizi yere yatırdı. Sonra da göğsünü açarak kalbini yardılar. Kan pıhtısına benzer bir şeyi çıkararak dediler ki:
- Bu, sende bulunan şeytana ait bir şeydi.
Kureyşli kardeşim
Resulullahın sütkardeşi Abdullah, bu iki yabancının, sevgili kardeşine yaptıkları şeyi görünce, çok korktu. Koşarak eve geldi ve anne ve babasına seslendi:
- Koşun, Kureyşli kardeşim öldürüldü!
Onun bu feryadı üzerine, karı-koca, hemen dışarı fırladılar. Resulullahın bulunduğu yere doğru koştular. Peygamberimiz ayakta idi. Yüzü sararmış, fakat gülümsüyordu. Hemen ona sordular:
- Yavrum sana ne oldu?
- Beyaz elbiseli iki kişi gelip, beni yere yatırdı. Sonra da karnımda bilmediğim bir şeyi aradılar.
Hazret-i Halime ile kocası çok korkmuşlardı. Resulullaha bir zarar gelmesinden endişe ediyorlardı. Kocası Hâris, Halime'ye dedi ki:
- Halime, ben bu çocuğun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum. Başına bir şey gelmeden önce, onu götür âilesine teslim et!
Halime de hiç vakit geçirmeden, Peygamberimizi alıp, Mekke'ye götürdü. Fakat Mekke'de onu bir ara kaybetti. Buna çok üzüldü. Bütün aramalara rağmen bulamadı. Hemen Abdülmuttalib'e gitti. Üzüntü içerisinde durumu haber verdi. O da birkaç kişi ile birlikte, onu aramaya çıktı. Nihayet Peygamberimiz bulundu.
Hazret-i Amine, oğlunu tekrar gördüğüne sevinmiş, hemen geri getirilmesine ise bir mana verememişti. Halime'ye dedi ki:
- Çocuğu niçin getirdin? Onu, yanında tutmak için ısrar edip durmuştun.
- Oğulcuğumu Allah büyüttü. Ben sadece, üzerime düşeni yapmış bulunuyorum. Onun başına bir felaket gelmesinden korkuyorum. Sana getirip sağ salim teslim etmek istedim.
Anneciğim, anneciğim!
Aradan yıllar geçti. Peygamberimizin annesi de, dedesi de vefat etti. Peygamberimiz de artık büyüyüp evlendi. Zaman zaman Hazret-i Halime'yi görürdü. Sütannesine karşı derin bir sevgi beslerdi. Onu gördükçe, “Anneciğim, anneciğim!” der, saygı gösterirdi. Hemen üzerindeki fazla elbiseyi çıkarır, onun altına serer, bir ihtiyacı varsa, derhal yerine getirirdi.
Birgün Hazret-i Halime, onu ziyarete gelmişti. Sâdoğulları yurdunda, yine kıtlık olduğunu, hastalıktan hayvanların kırıldığını söyledi. Peygamberimizin ona verebilecek fazla bir şeyi yoktu. Fakat Hazret-i Hadice, Peygamber efendimizin sütannesini boş olarak göndermeye gönlü razı olmadı. Kırk koyunla bir deve verdi.
Hazret-i Halime, bu ikram karşısında memnuniyetini bildirdi. Sevinç içerisinde evine döndü.
Sonraki yıllarda müslüman olarak sahabîye olma şerefini kazanan Hazret-i Halime, Cennet-ül-Bakî kabristanına defnedilmiştir. Allah ondan razı olsun!