Osmanlının son dönemlerinde işbaşına gelenler, medreselerden fen derslerini kaldırdı. Din adamları, fensiz, bilgisiz yetiştirilerek, İslâmiyeti içten yıkmaya başladılar.

Dünyada faydalı, iyi şeylerle, zararlı, kötü şeyler karışıktır. Faydalı şeyleri yapan, saâdete kavuşur, zararlı şeyleri yapan ise, felâkete yakalanır, hep sıkıntı çeker. Allahü teâlâ çok merhametli olduğu için, iyi şeylerle kötüleri ayırmak için insanda bir kuvvet yaratmıştır ki, bu kuvvete akıl denir. Aklı sağlam, temiz olan kimse hep iyi şeyleri bulur, yapar. Günâh işleyenlerin aklı bozulur, iyi ve kötü şeyleri ayırma işini iyi yapamaz. İnsan, kötü şeyleri yaparak, işleri zararlı olur. Eshâb-ı kirâm günâh işlemedikleri için, akılları sağlam ve kuvvetli idi. Bunun için işlerinde hep muvaffak, başarılı oldular, dünyada ve âhırette saâdete kavuştular. İnsanların çoğu, iyi ve kötüyü ayıramadıkları için, akıl hastası oluyor ve sıkıntı içinde yaşıyorlar.

Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, neyin iyi, neyin kötü olduğunu, Peygamberleri vâsıtası ile bildirdi. Kullarına iyileri yapınız diyerek emir verdi ve kötü işleri yapmayı yasak etti. Allahü teâlânın bu emir ve yasaklarına din denir. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne İslâmiyet denir. Faydalı şeyleri öğrenmek ve yapmak isteyenin, İslâm dînine uyması, yani Müslümân olması lâzımdır. Bâzı Avrupalılar, akılları ile anlayarak İslâmiyetin emirlerini yapıyor, muvaffak oluyorlar. Gayr-i müslimler, bu hâli görünce, Hıristiyanlar ilerici olur diyorlar. Müslümân ismini taşıyanlar, İslâmiyete uymayınca, başarısız oluyorlar. Gayr-i müslimler bu hâli görünce de, İslâmiyet ilerlemeye mânidir, gericiliktir yaygarasını basıyorlar. Hâlbuki, bazı Avrupalılar, Hıristiyanlığa uymayıp, İslâmiyete uydukları zaman terakkî etmekte, ilerlemekte, Müslümân ismi taşıyanlar da, İslâmiyete uymadıkları için geri kalmaktadır. Zira İslâmiyet, çalışmayı, cenâb-ı Hakkın yarattığı sebeplere yapışmayı emretmektedir. Peygamber efendimiz;
(Yarın ölecekmiş gibi âhırete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünya işlerine çalışınız!) buyurmuştur.
Osmanlının son dönemlerinde işbaşına gelenler, Müslümânların geri kalması için, medreselerden fen derslerini kaldırdı. Din adamları, fensiz, bilgisiz yetiştirilerek, İslâmiyeti içten yıkmaya başladılar. Bir taraftan, ilim, fen yok edildi. Bir taraftan da, ahlâk, edeb, hayâ ve din bozuldu, imparatorluk çöktü. Hâlbuki, İslâmiyet, tecrübî ilimleri, fenni, sanatı, endüstriyi, ehemmiyetle emretmektedir...

Netice olarak, Müslüman devletlerini ve milletlerini, ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, îmândır ve İslâm dîninde, çok kuvvetli bulunan adâlet, iyilik, doğruluk, çalışkanlık ve fedakârlık kudretidir.