Sual: Mevdudi’nin (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi) ve (Hazret-i Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Peygamberimizin sıkıntısının arttığı, bazen Sebir, bazen Hira tepesine gidip oradan kendini atmak [intihar] istediği yazılıdır. Mevdudi’nin yazısı doğru mudur?
CEVAP
Doğru değildir. Mevdudi’nin sapıklığı hakkında çok eser yazılmıştır. Resulullah’a ancak Mevdudi gibi mezhepsizler iftira eder. (İntihara teşebbüs etti) demek ne kadar büyük iftiradır. Bu söz, ya (İntihar meşrudur) demektir veya hâşâ (Peygamber intihar edecek kadar büyük günahtan çekinmiyordu) anlamına gelir. Her ikisi de büyük felakettir. Mearicün-nübüvve kitabında deniyor ki:
Resulullah, (Cebrail aleyhisselam gözümden kaybolduysa da, onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana mecnun diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korkuyorum) buyurunca, Hazret-i Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ, sana hayır ihsan eder. Hayrından başka şey dilemez. Allah hakkı için, benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Âcizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. İyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olanın, korkulacak hâli olmaz) dedi. Görüldüğü gibi, Resulullah efendimizin korktuğu doğru, intihara teşebbüsü iftiradır.

Sual: Mevdudi’nin Peygamberimize ve Eshabına dil uzattığı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. Mevdudi, 1903’te Hindistan’da doğup, 1979’da Amerika’da vefat etti. İbni Teymiye’nin fikirlerine saplanmıştır. Siyasi düşüncelerini İslamiyet olarak tanıtarak, Cemaat-ül İslamiye dediği bir fırka meydana getirdi.

İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi, merhum Ahmed Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında, Mevdudi’yi tenkit ederek özetle diyor ki:
Felsefeyle meşgul olan Mevdudi, kolay tarafından din âlimi olmaya heves etmiş, dinde reformcu bir cemaat meydana getirmiştir. Mısır’ın reformcu yazarları onu göklere çıkarırken, Pakistan’daki Ehl-i sünnet uleması da yerin dibine batırmıştır. (s. 168)

Mevdudi, ulemasıyla, muhaddisiyle, fukahasıyla bütün İslam âlimlerine cahil demiştir. (s. 173)

(Peygamber, peygamberlik farzında kusur ettiği için Allah ona istiğfar emretmiştir) diyor. (s. 173)

(Her peygamber günah işler) diyor. (s. 174)

(Peygamberimiz Kur’anın eşitlik esasıyla ameli terk etti) diyor. (s. 176)

Mevdudi, Resail Mesail isimli eserinde 57. sayfada, (Resulullah Deccal’ın kendi zamanında çıkacağını sanıyordu, ama bu zannı üzerinden 1350 sene geçmesine rağmen, Peygamberin zannı doğru çıkmamıştır) diyerek Resulullah'ı bile suçlamaktan çekinmiyor. (s. 179)

Yazılarında bunlara benzer saçmalar çoktur. (s. 178)

Necip Fazıl Kısakürek özetle diyor ki:
Mevdudi, İslamda İhya Hareketleri isimli eseriyle İslam'da imha hareketinin temsilcilerinden biri. İşi gücü, Ehl-i sünnet büyüklerine çatmaktır. Efgani ve Abduh'a hayran. İbni Teymiyye'ye ise kara sevdalı. Sapık fikirlerin sapık ihtilalcisi olarak defalarca hapsi boyladı. Derken Vehhabilik dünyasına kapılandı. Medine'deki Vehhabi Üniversitesi İstişare Heyeti’ne aza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhabilere bile giran gelen fikirleri yüzünden mahkeme edildi. (Doğru Yolun Sapık Kolları s.155)

İslam’da İhya Hareketleri’nde, kuru aklı biricik metot olarak kullanıyor, bu metodun baş temsilcisi İbni Teymiye’yi göklere çıkarıyor, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, beyninin her zerresi güneş olan bir kahramanı yalnız dış cephesiyle ele alıp içini görmezlikten geliyor. İmam-ı Gazali hazretlerine güya müceddid dedikten sonra, onda bir takım zaaflar buluyor. Mevdudi, bendeki el yazılı vesikaya göre, (Mezhebiniz nedir?) sualine (Mezhebim yok) cevabını veren sapıktır. (Türkiye’nin Manzarası)

Mevdudi, Hilafet ve Saltanat isimli kitabının çeşitli yerlerinde, (İslam nazariyesi) tabirini kullanıyor. Hâlbuki İslam nazariyesi olmaz, İslamiyet bir nazariye yani teori, görüş değildir. Allahü teâlânın dinidir. Genellikle bu tâbiri ve İslam düşüncesi tabirini, İslamiyet’i hak din kabul etmeyen ve Resulullah efendimizin peygamber olduğuna inanmayan, (Kur’anı kendi yazdı) diyen yabancı müsteşrikler kullanır. Müslüman böyle, İslam nazariyesi, İslam düşüncesi gibi tâbirleri kullanmaz. Maalesef günümüzün mezhepsizleri bu tâbirleri kullanmaktan çekinmiyorlar.

Adı geçen kitabındaki yanlış düşüncelerinden birkaçına bakalım:
1- (Dinimizde, gayrimüslimler, müminlere verilmiş bütün medeni haklardan aynı şekilde istifade eder) diyor. (s. 58)

Yanlıştır, bir gayrimüslim, mümin kadınla evlenemez, imam olamaz, halife olamaz. Daha birçok farklı hükümler vardır.
2- (Ancak müminler kardeştir) âyet-i kerimesinden, bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarıyor. (s. 69-70)

(Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Bizden olsun veya olmasın) diyor. (s. 68)

Müslümanla kâfir asla eşit değildir. Mesela Müslüman namaz kılması için zorlanır, fakat kâfir zorlanamaz.

3- Sahabeden Hazret-i Sa'd bin Ubade’ye, bir ictihadı için, (Kabilecilik taassubu) diyor. (s. 112)

Resulullah efendimiz, (Eshabım anılınca dilinizi tutun!) buyuruyor. Bu mezhepsiz ise, her fırsatta Eshab-ı kiramdan birine dil uzatıyor.

4- (Dördünün değil de, ilk iki halifenin icraatı numune kabul edilir) diyerek Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali'nin hilafetini örnek kabul etmiyor. (s. 114)

Hâlbuki hadis-i şerifte ise, (Benden sonra ihtilaflar çıkınca, sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişlerinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) buyuruluyor. Hâşâ Resulullah mı yanlış söylüyor, yoksa mezhepsiz Mevdudi mi?

5- Hâşâ, (Hulefa-i raşidinin aydınlattığı meşaleyi Osman söndürdü) diyor. (s. 117)

Hazret-i Osman Cennetle müjdelenen Eshabdan ve Resulullah’ın sevgisine ve takdirine mazhar olup iki defa damat olan büyük bir zattır. Hazret-i Osman’a dil uzatmak, mezhepsizliğin bariz vasıflarından biridir.

6- Hulefa-i raşidinin doğru yolu gösterdiklerini, fakat o yolda gitmediklerini belirtmek için, (Bu zevat-ı kirama Hulefa-i raşide yani doğru yolda giden halifeler değil de, Hulefa-i mürşide yani doğru yolu gösteren halifeler demek daha doğrudur) diyor. (s. 122)

Yani kendileri doğru yolda gitmediler, ama doğru yolu gösterdiler diyor. Peygamber efendimiz Hulefa-i raşide diyor, bütün İslam âlimleri aynısını söylüyor. Bu mezhepsiz bunu değiştirmeye kalkıyor.

7- (Beni Ümeyye [yani Hazret-i Osman sülalesi]nin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyetle izahı mümkün olamaz) diyerek iltimas olduğunu iddia ediyor. (s. 30)

Açıkça Hazret-i Osman’a dil uzatıyor. Bu konuda Şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
Hazret-i Osman kendi akrabasına ihsanda bulunmakla, İslamiyet’in Sıla-i rahim sevabına kavuşmuştur. Üstelik işe aldıklarının maaşlarını kendi malından vermiştir. Beyt-ül-malde olan hakkını almayıp, Müslümanlara dağıtmak, büyük bir fazilettir. Hazret-i Osman’ın akrabası cihad ettiler. Çok kahramanlık yaptılar. Her mücahid gibi, bunlara da haklarını verdi. Hazret-i Osman zamanında, İslamiyet’in Asya’ya, Afrika’ya yayılmasında, onun bol ihsanlarının çok faydası oldu. Resulullah da, ganimetten, Kureyş kabilesinden olanlara başkalarından daha çok verirdi. Haşimoğullarına bunlardan da çok verirdi. Halifenin, dilediğini, dilediği işin başına geçirmesi hakkıdır. Hatta vazifesidir. Yakından tanıdığı akrabası, kendisine daha itaatli oldukları için, onları tercih etmesi iyi oldu. [Tanımadığı yabancıları işin başına alması elbette yanlış olurdu.] Eshabı kiramın üzerinde ittifak ettiği Mushaf’ı çoğaltıp dağıtmakla İslamiyet’e büyük hizmet etti. (Kurret-ül ayneyn fi-tafdil-iş-şeyhayn)

8- İbni Teymiyye’den kendi sapık görüşünü destekleyen nakiller yapıyor. (s.135)

9- (Hazret-i Osman'ın siyaseti hatalıydı) diyerek Hulefa-i raşidinden büyük bir zata dil uzatıyor. (s.141)

10- İslam’ın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçimin İslam’ın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyla Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için, (Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hazret-i Ali kazanacaktı) diyerek hem İslamiyet, hem de seçimi yapan Eshab-ı kiram kötüleniyor. (s.151)

11- (Hazret-i Osman’ı şehit edenleri bulmaya çalışıyorlardı) demeyip, (Talha, Zübeyir ve diğer kan davası peşinde koşanlar) diyerek Aşere-i mübeşşere’den bu iki zatı (Kan davası peşinde koşanlar) diye suçluyor. (s. 164)

Hâşâ Allahü teâlâ bunların kan davası peşinde koşacaklarını bilemediği için mi onları cennetlik olarak bildiriyor?

12- Hazret-i Ali'nin karşı taraftakilerin şehitlerine hürmet gösterdiğini ve mallarını ganimet saymadığını itiraf ettiği hâlde, karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor. (s.167)

13- Resulullah’ın kayınbiraderi, vahiy kâtibi ve Eshab-ı kiramdan yani şerefli arkadaşlarından olan Hazret-i Muaviye'ye şöyle dil uzatıyor:
(Muaviye, Osman'ın kanını isterken gayri kanuni yolda yürüyordu) diyor. (s.169)

(Muaviye, Osman'ın katillerinden değil, halifeden kan istiyordu) diyor. (s.171)

Eshab-ı kiramdan büyük bir zata ancak bir gayrimüslim bu kadar saldırabilir. Hazret-i Muaviye için şu linkte yeterli bilgi var:
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1632

14- (Hazret-i Osman'ın katilinin Hazret-i Ali'nin olduğunu söylemesi için, sahabeden beş tane yalancı şahit bulundu) diye iftira ediyor. (s.173-174)

15- Hakem olayında haklıyı haksızı tespitin, hakemlerin yetkisinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamen yolsuz ve yersiz olduğunu söyleyerek, bu işe rıza gösteren Hazret-i Ali ile bütün Eshab-ı kiramı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor. (s.182-183-187)

16- Hazret-i Ali için, (Hazret-i Osman'ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptı) diyerek, (İşte Hazret-i Ali'nin tek hatalı meselesi budur) diyerek Hazret-i Ali'yi de suçlamaktan çekinmiyor. (s.187-197)

17- Hazret-i Ebu Bekir’in Hazret-i Ömer'i yerine hilafete seçtiği gibi, Hazret-i Muaviye'nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra, Eshab-ı kiramın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemeyip Resulullah'ın şerefli arkadaşlarına saldırıyor. (s.197)

18- Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun Hazret kelimesini bile uygun bulmadığı hâlde, tenkidini meşru göstermek için bakın nasıl bir dil kullanıyor: (Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabi olması hasebiyle hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, o haddini bilmez biridir) diyerek kendi kendini yalanlıyor. (s.204)

Hem hürmete layık diyor, hem de, bir Hazret demekten kaçınıyor. Hazret kelimesi, hürmet için kullanılır. Bu düşünceleri Mevdudi’nin samimiyetsiz bir mezhepsiz olduğunun bir belgesidir.

19- Hazret-i Muaviye için, (Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti) diyerek iftira ediyor. (s. 235)

20- Ayrıca, (Bu hadise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı) diye iftira ediyor. (s.247) [Mevdudi, Eshab-ı kiram ve onların çocukları olan Tabiîne bu ırz düşmanlığını nasıl layık görür ki? Hâşâ kocalarından başka kişilerden gebe kaldıklarını bu hain nasıl tespit etmiş ki?]

21- (Şirkten başka günahların affedilebileceği, Mürcie’nin itikadıdır) diyor. (s. 302) [Hâlbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâ, şirki asla affetmez ve şirkten başka olan bütün günahları dilerse affeder) buyuruluyor. (Nisa 48)]

22- İmam-ı a'zamın istisnasız bütün Eshab-ı kiramı hayırla, iyilikle yâd ettiğini yazmasına rağmen, kendisi hain olduğu için Hazret-i Muaviye için hazret demeye dili varmıyor. (s. 326)

23- Dini siyasete alet edip, siyasi bir parti kurmuştur. İslam âlimlerini de kendi zihniyetindeymiş gibi göstermek maksadıyla, (İslam âlimleri, cumhuriyet esasları için çalıştılar) diyor. (s. 360)

24- Sahabe için, (Bilerek hata yapmaz) diyerek hata yaptıklarını söylüyor. (s.436)

25- (Es-sahabetü küllühüm adül) [Eshabın hepsi adildir] hükmünün, istisnasız bütün Eshab hakkında varit olduğunu söylediği halde, yine de (Çokları âdil iş yapmadı, şeriatı tahrif etti) diyerek tenakuzlar içine giriyor. (s.437)

26- Bir hata işlemekle bir kimsenin derecesinin yüksekliğine noksanlık gelmeyeceğini belirterek, (Eshaba dil uzatıyorum, ama onlara noksanlık gelmez) demek istiyor. (s. 441)

27- Kendini, Resulullah'ın arkadaşlarını, akrabasını hesaba çeken savcı durumunda görüp, (Benim düşüncem şöyle) diyerek o büyük zatlara dil uzatıyor. (s. 443)

28- (Eshabım hakkında konuşurken dilinizi tutun!) hadis-i şerifine rağmen, Sahabe-i kirama kusur yüklemeye çalışıyor. (s. 444)

29- Sapıkların şahitliği kabul edilmediği hâlde iftiralarına İbni Sebecilerden delil getiriyor. İntak-ı Hak kabilinden kaynak olarak gösterdiği İbni Ebi Hadid'in Ehl-i sünnet olmadığını kendi de itiraf ediyor. (s. 445)

İntak-ı Hak, Hak söyletmesi demektir. Yani Allahü teâlânın, o kimsenin dilini sürçtürerek veya başka bir vesileyle, inkâr ettiği şeyi itiraf ettirmesidir.

30- İbni Kuteybe’yi de mehaz olarak gösteriyor. İbni Kuteybe’nin Ehl-i sünnet olmaması bir tarafa, Hazret-i Ali'yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. (s.446, 447)

Sanki Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senet mi olur?

31- İbni Teymiye’yi mezhep sahibi büyük bir zat olarak övüp ona İmam diyor. (s.452)

Burada İmam, mezhep sahibi büyük âlim demektir.

32- İbni Arabi'nin, İbni Teymiye'nin ve Şah Abdülaziz'in Şiîler hakkındaki reddiyelerinin mehaz olamayacağını söylüyor. (s. 463-464)

Kendisi İbni Teymiyeci olduğu hâlde, Şiîlere toz kondurmamak için üstadını bile yeri gelince silebiliyor.

33- Kendi fikirlerini yazdıktan sonra, (Kendi icthadî fikrimi ortaya koysaydım, farklı söylerdim) diyor. (s.463)

Zımnen kendisinin müctehid olduğunu anlatmaya çalışıyor.

34- (Osman'ın niyeti değil, düşüncesi yanlıştı) diyor. (s. 465)

Niyet de, düşünce de kalbde olur. Niyet, düşünceden farklı mıdır? Niyeti iyi, ama icraatı yanlış oldu mu demek istiyor acaba? Zaten icraatını çok tenkit ettiğine göre böyle söylediği anlaşılıyor.

35- Hazret-i Osman'ın firasetinin noksan olduğunu ispat için, (Cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi) diyor. (s. 467)

Hazret-i Osman'ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor.

Hâşâ Allah’ın onu Aşere-i mübeşşere’den, cennetlik biri olduğunu bildirmekle, Resulullah’ın iki kızını ona vermekle ve Sahabe-i kiramın da, halife seçmekle hepsinin hata ettiği söylenmiş oluyor.

36- Hazret-i Osman'ın Hazret-i Muaviye'yi uzun yıllar valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu açıklayıp, (Bir vali ancak 5-6 yıl görevde kalabilir, sonra değiştirmek münasip olur) diyor. (s. 472)

Vali uygunsa, niye on yıl veya daha fazla görevde kalmasın ki? Mevdudi’nin burada kastı, bir taşla iki kuş vurmaktır. Hem Hazret-i Osman’ı hem de Hazret-i Muaviye’yi suçlu göstermektir.

37- (Hazret-i Osman'ın akrabalarına karşı olan tutumu zaaftır) diyor. (s. 476)

Yukarıda bildirdik, Şah Veliyyullah hazretleri gibi âlimler Mevdudi’nin aksini söylüyorlar. Nedense günümüzün mezhepsizleri, Mevdudi’ye karşı Cennetle müjdelenen Hazret-i Osman’ı savunmuyor, Hazret-i Osman’a karşı Mevdudi’yi ve S. Kutup gibileri savunuyor. Eshab-ı kiram düşmanlarına yazıklar olsun!

38- (Osman, bazı valileri değiştireceğine söz verdiği hâlde yine yerlerinde bıraktı) diyerek, onu yalancılıkla da suçluyor. (s. 483)

39- Eshab-ı kiramın en büyüklerinden Amr İbni As hazretleri için, (Bu zatın yaptığı iş, düpedüz haksızlıktı) diyor. (s. 498)

40- (Mekke'nin fethinde Osman'ın iltimasıyla bu zatın suçundan vazgeçildi) diyerek Hazret-i Osman ve Resulullah efendimiz suçlanıyor. (s.506)

Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle Hazret-i Osman suçlanmakla kalmıyor, bu iltiması kabul eden Resulullah efendimiz de suçlanmış oluyor.

Mevdudi’nin, (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hazret-i Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hıra tepesine gidip oradan kendini atmak, yani intihar etmek istediği iftirası da yazılıdır. Hâlbuki kitaplarda diyor ki:
Resulullah, (Cebrail aleyhisselam gözümden kayboldu, lakin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana deli diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden geçmiştim. Gördüğüm şeyleri Hatice’ye anlattım ve bana kâhinlik ârız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hazret-i Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayırdan başka şey dilemez. Allah hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Zira sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Acizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. Çok iyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olana korku olmaz) dedi. (Medaric-ün-nübüvve)

İskoç masonu Mevdudi’nin, masonluk belgesi bulunamasa bile, yukarıdaki görüşleri, onun süper bir sapık olduğunu göstermektedir.