“Kullarım benim verdiğim nimetlere karşılık şükredemezler. Onlardan bunu istemiyorum, kullarımın buna gücü yetmez. Nimetlerin benden olduğunu bilmeleri kâfidir.”

Elbette ki Rabbimizin bize verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirebilmemiz mümkün değildir. O kadar çok nimeti vardır ki, bunların çoğundan haberimiz bile yoktur. Onu hatırlamak, Ona şükretmek de büyük bir nimettir ve şükrettiğimiz için şükretmeliyiz.
Davud aleyhisselâm bir gün Rabbimize şöyle niyazda bulunur: “Ya Rabbi, başımda hiçbir kıl yoktur ki, altında ve üstünde senin nimetin bulunmasın. Bu kadar çok nimetin şükrü nasıl yapılır?”
Rabbimiz de ona şöyle buyurur: “Ben de biliyorum, kullarım benim verdiğim nimetlere karşılık şükredemezler. Onlardan bunu istemiyorum, kullarımın buna gücü yetmez. Nimetlerin benden olduğunu bilmeleri kâfidir.”
Nimetler, nereden ve kimden gelirse gelsin onu Rabbimizden bileceğiz, Ona şükredeceğiz, çünkü veren Odur. Bize iyilik yapan adamı yaratan Odur. Ona, bize iyilik yapma arzusunu ve imkânını veren de Odur. İnsanlar sebeptir. Onlara da teşekkür edilir fakat nimetler onlardan bilinmez...
Şükür, yalnız dil ile olmaz. Bütün organlarımızla şükretmeliyiz.
Kalbin şükrü, onu Rabbimizin sevmediklerinin sevgisiyle doldurmamaktır. Günahlarla karartmamaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “İşlenen her günah kalbe siyah bir leke olarak iz bırakır. Tövbe ile temizlenmez ve günahlara devam edilirse kalbin tamamı simsiyah hâle gelir.” Kalbin şükrü onu kibirden, hasetten, riyadan ve ucuptan uzak bulundurmaktır. Kalp ile işlenen günahlar, bedenle işlenenlerden daha tehlikelidir, ibadetleri de bedenle yapılanlardan daha kıymetlidir.
Gözün şükrü, Yaratıcısının razı olduğu gibi kullanmaktır. Haramlara bakmamalı, kimseyi hakir görmemelidir. Olabilir ki; o hakir gördüğü kişinin şefaatine kavuşabilmek için ona ne kadar yalvaracaktır, ondan medet umacaktır.
Kulakların şükrü, onu haram seslerden muhafaza etmektir. Günah değil, sevap kazandıracak sesleri dinlemeye çaba sarf etmelidir.
Ellerin, ayakların ve diğer organların şükrü ise, sahibinin izin verdiği gibi kullanılması ile olur. Değilse, emanete hıyanet etmiş oluruz, bunun da cezası çok ağırdır.
Bir gece Sevgili Peygamberimiz “aleyhisselâm” yatağından kalkar, abdest alır, namaz kılmaya başlar, çok uzun ibadet ederler. Aişe validemiz “radıyallahü anha” arz eder: “Efendim sizin zaten günahınız yoktur. Biraz dinlenseniz ve istirahat buyursanız.” Resûlullah Efendimiz, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verirler.
Bundan da anlaşılıyor ki, şükür hareketlerle de olmalıdır, yalnız dil ile olursa az olur.
En büyük şükrü, en büyük nimete yapmalıyız. O da iman nimetidir. Ondan büyük nimet olmaz, iki cihan saadetine vesiledir...