“Tahtacılar Manavgat Pazarı’na koşarlar hemen. Katırları satarken yakalarlar dedemi!..”

İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına deriz bilir misiniz? Gerçi bugün gençlik bunu “çuvaldızı kendine” diye başlıyor ki çuvaldızı görmediği için onlara bir şey diyemiyor insan…

Biz nedense elin gözündeki saman çöpleriyle uğraşırken kendi gözümüzdeki merteği -yapıların tavanlarında kullanılan kalın sırık, kalas- görmeyiz…

İşte bir toplumbilimci mesleğime olan saygım sebebiyle kendim de olsa anlatarak toplum gerçeğine parmak basmak gerekiyordu.

Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’nın kıtlık yılları... İş yok, aş yok, ekmek yok… Kim, nerede, nasıl doyurabilirse karnını…

Öyle ki, hırsızlık olağan hâle gelmiş neredeyse, hani atasözü var ya "çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin" diye… İşte öyle… Dahası, savaş sonrası yıllara da sarkmış; bu kötü alışkanlık.

İşte o sıkıntılı yıllarda, Akseki’nin Çaltılıçukur köyü... Günlerden bir gün, Kıroğlan adlı biri, konar-göçer olarak yaşayan Tahtacıların iki katırını çalar. Tahtacılar için katır çok önemlidir. Elleri, ayaklarıdır katır onların. Bir bakıma ekmek tekneleri…

Hırsız Kıroğlan, çaldığı bu katırları, o sırada Manavgat’a gidecek olan bir kimseye, pazarda satması için verir. O da bunların çalıntı mal olduğunu bile bile alır.

O yıllarda bu tür hayvan alım satımları, o yörede yalnızca Manavgat’ta kurulan pazarda yapılırmış. Tahtacılar da bunu bildikleri için, Manavgat Pazarı’na koşarlar hemen. Tahminlerinde de yanılmazlar. Katırları satarken yakalarlar dedesini.

“Aman, zaman!” kâr etmez.

“Ben suçsuzum; katırları ben çalmadım” demek de hiçbir işe yaramaz.

Ya hâkim karşısına çıkıp hapse girecektir ya da bunun ceremesini ödeyecektir. İkinci yolu seçip iki değerli arazisini, hapse girmeme tazminatı olarak satmak zorunda kalır.

Hırsızlara yataklık eden kimse bir hayali insan değil, bizzat benim dedemdir. Ağabeyim “dedemin bu hırsızlık olayında hiçbir suçu yoktur” diyerek temize çıkarmaya çalışıyordu ama bu konuyu babamdan, iki önemli ve verimli arazinin cahillikle işlenen bir suçtan dolayı satılmasını öfke, kin, kızgınlık ve nefretle defalarca dinledim. Kitabımın önceki baskılarında, kardeşlerimden bazılarının, benim dedemi katır hırsızlığı ile suçladığımı düşünüp alınganlık göstermeleri çok anlamsız diye de not düştüm...

        Osman Nuri Yıldırım-Antalya