“Sabaha karşı eşim uyandırdı. 'Sürekli İngilizce sayıklıyorsun. Kendine gel' dedi!..”

Size trenle Letonya’dan St. Petersburg’a giderken yaşadıklarımı anlatmadan geçemeyeceğim... Rahat yolculuk yapmak için yataklı trenle gitmeye karar verdik. Fakat lokomotif ve vagonlar son derece basit ve kirliydi. Şilteler, yani yataklar nerede ise ikinci dünya savaşından kalmaydı. Ayrıca kompartımanlar da kapı bile yoktu. Koridorlarda tahta iskemlelerde yolculuk yapanlar vardı.

Gece 01:00. Sarsılarak uyandırıldık. Bozuk bir İngilizce ile valizlerimizde insan olup olmadığını sordular. “Silah var mı?” dediler. Olmadığını söyleyince bırakıp gittiler.

1-2 saat sona yine uyandırıldık. Bu sefer vize ve pasaport kontrolü yaptılar. Çok geçmeden yine birileri geldi. St. Petersburg’da nerede kalacağımızı sordular. Elimizdeki adres ve rezervasyonları göstererek anlattık ama bize bir türlü inanmak istemiyorlardı.

Macera daha bitmedi. Biz yine yatağımıza uzandık, tam uyuyacağımız sırada yine birileri geldi. St. Petersburg’dan sonra nereye gideceğimizi sordu. Helsinki’ye geçeceğimizi söyledik. Tren biletini istedi. İnternet bağlantısı kuramadığımızdan tren bileti alamadığımızı, ama Rusya’da 15 gün vizemiz olduğu için buradan tren biletini alacağımızı söyledik. Bu sefer de Helsinki’den nereye gideceğimizi sordular. Uçakla Norveç’e uçacağımızı söyledik. Biletlerimizi gösterdik de yakamızı kurtarabildik. Eh! Nihayet artık yatabilirdik. Siz öyle sanın!..
Sabaha karşı eşim uyandırdı. “Sürekli İngilizce sayıklıyorsun. Kendine gel” dedi. Ben de bu arada lavaboya gideyim dedim. Koridorun sonundaki lavaboya girdim. Girmemle kapının vurulması bir oldu. Bana durmakta olan trenin lavabosunu niçin kullandığımı sordu. Ben de trenin yavaş yavaş gittiğini, etrafta yerleşim yerinin olmadığını, böyle bir durum olsa lavabo kapılarının kilitli olacağını işaretle söylemeye çalıştım. Görevli olduğunu sandığım kişi ellerimi kelepçeleyeceğini ve götüreceğini söyleyerek kolumdan tuttu.
Tam bir rezaletti. Ne yapacağımı bilemiyordum. Pasaportlar, biletler, rezervasyonlar, hatta paralar bendeydi. Beni götürürlerse, eşim ne yapardı? Eşime haber vermeme de müsaade etmiyordu.
Birden “Money, Money” diye İngilizce konuşmaya başladı. Elimi cebime attım. İki yüz ruble çıkardım. “Olmaz” dedi. Beş yüz ruble teklif ettim. “Bin ruble” dedi. Hemen parayı verdim. Koşar adım uzaklaştı. Meğer bütün gece bize yapılan işkence rüşvet içinmiş!..
Osman Nuri Yıldırım-Antalya