Benî İsrail’de çok ibadet eden biri vardı. Ölünce kendisine Allahü tealanın ihsanı ile mi, yoksa makbul ameliyle mi cennete girmek istediği sorulur.

Edep ve nezaket medeniyeti

Rabbimizin ihsanı ile dünyaya insan olarak geldik. Dileseydi, ot, çöp ve böcek olarak da yaratabilirdi. O dilemeseydi, iman etmek şerefine de kavuşamazdık. Allahü tealanın ihsanı olmadan, kimse  Cennete de giremez.

Sevgili Peygamberimiz şöyle bildiriyor: (Benî İsrail’de çok ibadet eden biri vardı. Beş yüz yıl ibadet etmişti. Deniz ortasında bir adada bulunuyordu. Allahü teala, ona tatlı su çıkarmıştı. Bir de nar ağacı yaratmıştı. Her gün nar verirdi. Âbidin duası üzerine Allahü teala, ruhunu secdede iken aldı. Şimdi hâlâ secde halindedir. Kıyamet günü bu âbid diriltilir. Allahü tealanın ihsanı ile mi, yoksa beş yüz yıllık makbul ameliyle mi cennete girmek istediği sorulur. Âbid "Ben kendi amelimle cennete girmek isterim" der. Melekler, beş yüz yıllık kabul olmuş amelini hesap ederler. Bu kadar amelin, sadece bir gözün şükrünü bile eda edemediği meydana çıkar. Melekler, Cenab-ı Hakk’ın emriyle Cehenneme götürürler. O zaman âbid olan kul der ki: "Ya Rabbî! Beni fazlın ve ihsanınla cennete koy." "Ey kulum seni yoktan kim yarattı?" "Sen yarattın ya Rabbî!" "Senin yaratılışın kendin tarafından mı oldu, yoksa benim ihsanım  ve rahmetimle mi oldu?" "Senin rahmetinle oldu ya Rabbi!" "Seni bir adaya indirdim. Orada sana tatlı su yarattım. Senede bir defa meyve veren ağaçtan her gün nar bitirdim. Sonra ruhunu secdede iken almamı istedin, öyle yaptım. Bütün bunları senin için kim yaptı?" "Sen yaptın ya Rabbi!" "Benim rahmetim ve fazlım ile Cennete gir!")

          ***

Zamanın birinde, hükümdarın oğlu attan düşüp boyun kemikleri birbirine girmişti. Öyle ki, boynu fil boynu gibi gövdesine battı. Başını çevirebilmek için bütün gövdesini döndürüyordu. Ülkesindeki bütün doktorlar tedavisinde âciz kaldılar. Başka ülkeden gelen bir doktor, başını eski hâline getirebildi ve damarlarıyla kemiklerini düzeltti. O doktor olmasaydı şehzade sakat kalacak, belki de ölüp gidecekti.

Şehzadeyi tedavi eden doktor, iyi olduktan sonra şehzadeyi ve babasını ziyarete gitti. Yapılan bu iyiliği takdir etmeyen nankör hükümdar ile şehzade, ona hiç yüz vermediler. Doktor, kendisine reva görülen bu muameleden çok müteessir oldu, incindi. Hükümdar ile oğlu utanacakları yerde, doktor utanarak başını yere eğdi. Kalkıp giderken şöyle mırıldanıyordu:

-Ben onun boynunu çevirip eski hâline koymasaydım bugün yüzünü benden çeviremezdi.

Doktor gördüğü bu hakaret karşısında hükümdarla oğlundan öç almak üzere ona bir tohum gönderdi ve şu haberi yolladı:

-Şehzade bu tohumu, buhurdana koyup yaksın! Çok güzel ve şifalı bir tütsüdür.

Şehzade, doktorun gönderdiği o tohumu yaktıktan sonra dumanından aksırdı. Aksırınca da başı eskisi gibi çarpıldı. Padişahın emriyle o doktoru çok aradılar, fakat bir türlü bulamadılar. Kendisinden özür dileyeceklerdi. Ne çare ki iş işten geçmişti.

Cenab-ı Hakk’a şükürden yüz çevirme ki, yarın mahşer günü boynu bükük kalmayasın.